Mermer de ölür. Ey şarkılar alın bizi.

Mermer de ölür. Ey şarkılar alın bizi.

“Ben aşkı oralarda bir gömüt kapağında gördüm de bir gece, çıldırayazdım.
Mermer bir gömüt kapağında oralarda bir sokağın.
Temmuz tozlarında bir gece el ayak çekilmişti.

Selvi uzun meşe bodur çay serin.
Beni unutmayın beni unutmayın diyordu birileri.
Çeşmenin yıkık taşında diyordu birileri.
Yapraklara bulaşmış akşam yalnızlığında.
Seste biri, suda biri, havada birileri.
Beni bırakmayın beni bırakmayın, diyordu yüzlerimiz.
Tek ayak bir balıkçıl boynubüküklüğümüz.
Öfkemiz, umudumuz, ayrılığımız.

İçtim sudan.
Oturdum taşa.
Kaldırdım başımı en yukarlara.
Mermer gömüt kapağında bir çift sevgili.
Akıp giderlerdi alakaranlıkta bir çift su gibi.
Bir çift dere gibi ak mermerin uğultusunda.
Ak mermerin acısında taptaze bedenleri.
Sanki sevişirken vurmuşlar da.
Donmuşlar da taş kesilmişler de.

Ah ben bakamadım bakamadım, gecelerim oynadı, ben bakamadım.
Savaşları salgınları doldurdum yüreğime, kırımları sürgünleri yalnızlıkları.

Gecelerim oynadı ben bakamadım.
Akardı saçları hala sıcacık.
Yanakları bulut bulut, güneşli.
Gözleri suçlar gibi, suçlamaz gibi.
Kıskanıp kırmıştılar kanatlarını.
Dudakları burnu memebaşları.
Damar damar kandı mermer, damar damar gözyaşı.

Ah ben bakamadım bakamadım, gecelerim oynadı, ben bakamadım…
Dönüp de bakamadım ak mermerde tükenişime.
Sulara yapraklara bölünüşüme.
Ah ben bakamadım bakamadım!

Meşenin altı çeşme, arkası yıldız.
Yıldızın altı kerpiç, kerpiçin içi insan.
Düşlerimiz, aşklarımız, umutlarımız.
Kalmışız yalınayak bu insan topraklarda.
Ezgilere, çığlıklara, suçlara bölünmüşüz.
Koparılıp alınmışız, koklanıp atılmışız.
Gül takmışız göğsümüze kankızıl yaralardan.
Ufukta gemi gibi şafaklandı ay.

Göründü karanlık sularımın dip çakılları.
Göründü dizlerimde yatan ölüler.
Göründü tortusu kaç bin yılımın.

Öldük.
Mermer de ölür.
Ey şarkılar alın bizi.”

Hasan Hüseyin
Serafina by Mark Newman

RUBAİ Orhan Veli KANIK

RUBAİ Orhan Veli KANIK

RUBAİ

Ömrün o büyük sırrını gör bir bak da
Bir tek kökü kalmış ağacın toprakta
Dünya ne kadar tatlı ki binlerce kişi
Kolsuz ve bacaksız yaşayıp durmakta

Orhan Veli KANIK

sen benim tanrım olabilir misin?

sen benim tanrım olabilir misin?

beni bu delikten çıkaracak bir kahraman yok
yolumu dizine döktüm bileklerine doğru dönüyor dünyam
beni bu kader çizgisinden silecek kalp yok
adını mühürlettim gecenin grisine
seni konuşacak tek bir ağız yok çene cehenneminde
dişimi sıktım itin kemiği ısırışı hiç diye anılır
sana taç yaptım kalbimden söktüğüm damarlarla
sana dua yazdım, dilimden çığ gibi düşen kutsal çığlığın sayfalarına
sen kafir satırların kraliçesi
öyle bir geceye vermiş ki tanrı ismini
yüzüm yok senin yaşadığın dünyada nefes almaya
yüzüm yok ne bir damla kan pıhtısının akisinde
ne de göz bebeklerinin düş beşiğinde
seni sana vuran anıların zehri geziniyor
bağımsızlığını ilan edememiş
dişlerinde hala tütün sarısı ağlayan
her atışında damarlarıma sen akıtan
şu yüreğimde.
şu yüreğim de… seni çok mu öldürdü kan bahçıvanları
seni çok mu dikenli duvarlara bağladı
seni nasıl bir idama mahkum bıraktı da
şimdi ahirette kırılan sözlerim var
dört duvara dört ciğer dolusu duman var
sen benim cehennemim olabilir misin?
ateş ile değilde
beni benimle öldürebilir misin?
yoksa sen benim
cinayetim
kanserim
şiirim

sen benim kara rüyalarıma inen sis
saçlarıma ak mısın?
toprağın üzerime yıkılıyor
gözlerinden ağlıyorum dünyaya
dudaklarından şarkı söylüyorum
şiir okuyorum
ellerinden vuruyorum kendimi,
yüreğinden atıyorum kendimi mecnunun bile
düşemediği savaşa
bileklerinden kesiyorum kendimi
sen benim intiharım
cinayetim
sonum olabilir misin?

esmer hikayelerimiz olacak bizim
düşe kalka ölecek
düşe mahkum
can çekişe çekişe varacak sona
sonra…
sen benim ağıdım olacaksın feryat figan
omuzlarından sarsacağım seni
şeytan kuyusunun yanıbaşında
acılara sokup kafanı nefessiz bırakacağım kendimi
korkma yine ben öleceğim
sen benim maktulüm olabilir misin?

ruhumu boğduğun her nefes için bir can vereceksin
seni işledim günah defterime
seni dikerken sırtıma bir isa dövmesi gibi
çağ düştü ömrüme
sen benim ömrüm olabilir misin?

deşiklerimde düş kaldı acından geriye
satırlarımda kan lekelerinden çiçekler bıraktım sana
dualarımda doğmamış azapların affını vasiyet ettim
seni rüyanın zihnimi fethiyle bıraktım gerçeğe
şimdi ne olursun düşsün sözün sesime

sen benim tanrım olabilir misin?

Ersoy Burak
photo by Alex Levine

Artık gitmek gerek !

Artık gitmek gerek !

Bir turna katarı geçiyor sevgilim,görüyor musun ?Görüyor musun dağları çekilmiş ve kokuyor coğrafyam.Yüzümde çok geç kalmış bir devrimin buruşuk izleri.Ne yana dönsem eksik bir türküye sarılan insanlar görüyorum.Nereye gitsem dilleri ve gözleri bir birine benzeyen kadınlar ve adamlar.Peki bunlar neden korkmuyorlar ? Neden ölmüyorlar ?Dön baba dön oynuyoruz başkasının kara parçalarında dön baba dön başkasının sularında.Kim çekip çıkaracak bizi bu şizofrenik kuyudan.Kim dokunacak yüzümüzde ki Allah kadar eski çizgilere.

Hasbinallah !

Ekşi,küflenmiş bir ekmek gibi kokuyor bu şehrin koltuk altları.Köpeği vurulmuş bir çoban sessizliğine gömülmüş gibi oluyor bu saatlerde.Herkes kendi ihanetine dönüyor ve herkes bir ‘kes’ arıyor ‘kes’ sizliğinde ! Kocaman adamlar ve kadınlar kahkahalarında saçları daha yeni örülecek kıvama gelmiş kızları, önce doğurup sonra boğuyorlar ! Sonra herkes kadeh kaldırıyor kaybettiklerine.

-Şerefe
-neye içiyoruz ?
-gidenlere.!
-kim gitti?
-kimse kim
-doğru ya.Herkesin bir gideni var.Di’mi?
-birde gönderdikleri..
-…

Şimdi küfretmeden allaha ve kara parçalarına koşmak gerek.Terlemiş bir attan beter kokan bir ülkeden bahar kokan bir ülkeye pamuk toplamaya gitmek gerek.Söz vermek ve sözünde durmak gerek.Gerektiğinde değil doğru zamanda doğru yerde olmak/ölmek gerek.Lastik ayakkabılarımızı güneşe koyup kocaman bir sessizliği kokutmak gerek.Ekmek arası torak yemenin hazına süphan eteğinde varmak gerek.Karacadağ da tektonik bir gölde tüm günahlarımızdan arınıp şiirimizi oraya bırakmak gerek.

Lâ havle !

Yetmişlik bir adamı on yedilik bir kız çocuğuna dokunurken boynundaki muska ile boğmak gerek.Otogarları ve Muş’u yakmak gerek.! Tanık olduğum her anı belleğimden nasıl sileriz bilmem ama tanık olabileceklerimi bıyıklı pis bir adamın gözü önünde bayrak yapıp yakmak gerek .Patnos’a,Bulanık’a otobüs gitmemeli.! Ergen /erken ölüyor o zaman küçük kadınlar.Tüm dağları ve terminalleri saçları boyalı bu adamların başına yıkmak gerek.Yani anlayacağın sevgilim mazot içirteceksin sonra sıratı bu dünyada kuracaksın bu tipsiz adamlara.Bir tane vêl deresi yetmez bunlara Fırat Munzur ve Dicle’yi birer vêl eyleyip ayak parmaklarından yakmaya başlayacaksın.

-yani?
-yani;sen hiç otogarda çalışmadın ki !

Bu sebepten sevgilim senin yaşadığın yere gelmek gerek.Oradan başlamak ve değiştirmek gerek.Renkli potinli çocukların belleklerinden öpüp başlarına birer şiir geçirmek sonra kocaman şehirlerin aslında birer cehennem olduğunu/ kendi cennetinizi tahtaya çizin deyip çok taşlı çok kara bir coğrafyanın aslında bir yurt olduğunu anlatmak gerek.Bırak küfür etsinler.Esmerler küfr edince tanrı gülümsermiş! Bırak kavga etsinler.Ama verdikleri sözlerde durmalarını söyle.Dağları anlat onlara.Beş bin xarzan’lı kadın ve erkek savaşçıyı.

Bindokuzyüzyetmişsekizi anlat onlara.Unutmasınlar.Koynumuzda ölen/ beraber yattığımız /kara kaşlı çocukları anlat.Beş nolu cezaevi de onlara.Anlarlar.Susmazlar.En kara olan kız çocuğuna bir tane toka al.De ki ; bu toka senin örüklerinin kelepçisidir.Sarıl örüklerine ve kaptırma de ! İşte bu yüzden sevgilim senin tamda olduğun yerden dünyaya bakmak gerek.Kızamık bile çıkarmadan ölen çocukların hikayesini resmetmek için burayı terk edip kocaman/amele gülüşlü dağlara beş yüz koyunla dönmek gerek.!

Behna genî tê ji vî bajarî !

Feridun kurt